konserlerdragos
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
8°C
İstanbul
8°C
Hafif Yağmurlu
Pazartesi Açık
8°C
Salı Hafif Yağmurlu
13°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
5°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
5°C

FEVZİYE CAMİ

13.12.2025 23:59
204
A+
A-

Fevziye camii İzmit’in tarihi nitelikteki iki camisinden bir tanesidir. Fevziye Camii Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı ve sadrazamı Rüstem Paşa´nın kethüdası Mehmet Bey’in ruhu için vefatından sonraki birkaç yıl içinde yapılmıştır. Mimar Sinan’a ait olduğu düşünülen yapı, 1884 ve 1999 depremlerinde tümüyle yıkılmış, ancak İzmit halkının bağışlarıyla aslına uygun olarak yerine yenisi yapılmıştır. Diğer cami ise ondan yaklasık bir kilometre uzaklıktaki yeni Cuma semtindeki orjinal adı Pertev paşa camiidir. Ancak semtin adı ile yani Yeni Cuma cami olarak anılır. Yapım yılları birbirine yakın olan bu iki cami İzmitin tam merkezinde yer aldıklarından çocukluğumun geçtiği yıllarda bende bu camilerin önlerinden geçmişimdir. Özellikle babamı görmek,buluşmak için görev yaptığı Milli eğitim Müdürlüğüne giderken , onunla çarşıda alışveriş edip eve dönerken veya arkadaşlarımla dolaşırken bahçesindeki mermer sebilden akan İzmit’in meşhur suyu Çene suyu”’ndan kana kana içmek için her vesile Fevziye Camine uğrardım.

1900 LERİN BAŞINDA FEVZİYE CAMİ          1967 YILI                                                      SON HALİ

Yetişkin olduktan sonrada tarihe kültüre mimariye önem veren biri olarak Fevziye caminin mimari özelliğini çok beğendiğimden illaki sanatsal gözle bakarak geçmişimdir. Zaten İstanbula gitmek için veya dönerken zorunlu olarak önünden geçmek zorundaydık.

İşte bu önemi ve bendeki hatırası büyük caminin birkaç ay önce benim için manevi değerinin çok daha fazla artarak aklımda ruhumda asla unutulmaz çok önemli mabet haline dönüşeceğini asla düşünemezdim.

Hadi gelin şimdi bunu sizlerle paylaşayım; Biraz önce arz ettiğim üzere ben ve ailemin yaşamımıza ait birkaç yılımız İzmitte geçti. Bigadan sonra İzmite tayin olan babamla birlikte bizde bir yerde İzmitli olmuştuk. İlkokulun son iki yılını Orta okulunda son iki yılını İzmitte okudum.

                                   

Diğer tayin olduğumuz şehirlerde hayatımın önemli yapı taşları yetişmemde önemli değerler olarak yer almalarına rağmen ve yaşadığımız birbirinden farklı ama ilginç yerlerin hepsini sevmiş ve çok arkadaş edinmiş, oraya kısa zamanda adapte olmuş biri olmama rağmen İzmiti bir başka sevmiştim. İşin enteresanı ailemin diğer fertleri de İzmiti çok sevmişti. Hoş yaş almışlar sıkça” ah o yıllar ” diye geçmişi hep yüceltir ama bizim sevdiğimiz İzmit gerçekten bugünden çok daha kaliteli, sevimli, deforme olmamış sanatsal olguların yoğun olduğu bir şehirdi. Örneğin İzmite gelene kadar İstanbul dışında diğer şehirlerde tiyatro görmemiş ve duymamıştım. Ancak çok sevdiğim Nejat Uyguru ilkokul öğrencisi iken ilk kez İzmitte seyretmiştim. O tarihlerde İzmitte altı sinema vardı. İstanbullu tüm sanatçıların ikinci adresi İzmit idi,hemde evimizin karşısındaki gazinoda sahneye çıkarlardı.

                             

Zaten her yıl yapılan Fuar büyük bir mutluluk ve heyecan kaynağımızdı. Denize aşık biri olarak İzmitte o tarihlerde tereddütsüz girilip yüzülen denizi olması yanında körfezdeki iskelelere Vapurla seyahat edilebilinen, balık tutulabilen bir yaşam yeriydi. Çevresinde çok verimli ürün hasatlarının olması kiraz, fındık, muşmula, alıç gibi meyveleri önemli üretim merkezlerinden biri olması ve en önemlisi çok yakın akrabalarımın başta ananemin yaşadığı İstanbula gidebilme kolaylığı nedeni ile de İzmitin hayranıydım. Türkiyenin hiçbir yerinde henüz başlamayan dejenerasyon orada da yoktu. Dostluklar, komşuluklar, arkadaşlıklar içten samimi ve sıcaktı. İzmitte Ortaokulu bitirdiğim yıl babamdan hoş olmayan haberi aldık. İzmitten Bursaya tayini çıkmıştı. Bursada iki yıl kaldık. Ne yalan söyleyeyim. Bursayı da çok sevdim orada da güzel arkadaşlıklar kurdum. Çok güzel anılar biriktirdim. Birkaç yıl sonrada oradan Ankaraya göçtük. Liseyi, üniversiteyi lisans üstü eğitimimi orada tamamladım. Böylece Malatya Urfa Çanakkale Biga İzmit Bursa anı katarıma birde Ankara anı vagonu eklenmişti. Ankarada Sanayi Bakanlığında Özel Kalemde göreve başlamıştım. Babam emekli olup asıl adresimiz İstanbula yerleşince benimde onların peşine takılmam gerekiyordu Zira yaşam yeri olarak gerçek aşkım olan İstanbulda yaşamak en büyük arzumdu. Nihayet bu arzum gerçekleşmişti. Ancak bir sorun vardı Ankara Bakanlıktan tayinim İstanbula kadro nedeni ile çıkmıyordu. Bu aslında kaderin beni İzmitle yeniden buluşturma oyunuydu. İstanbula çıkmayan tayinim İzmite çıkmıştı. Bir yıl boyunca İstanbul İzmit gidip geldim. Yorucu olsa da büyük mutluluktu bir gün içinde iki sevdiğim şehirde yaşıyordum. İstasyondan inip işyerine hergün gidiş ve dönüşümde Fevziye cami önünden zorunlu geçmekteydim. Bir yılın sonunda işimin yeri konusu değişip kendimi tamamen İstanbulda buldum. Evlendim çocuğum oldu. İzmitteki dostlarımın teşviki ile Gölcük Değirmendere’de Yazlık evi için bir kooperatife girdim. Bu kooperatifdeki yolsuzluğu ortaya çıkaran ekipte olmam nedeni ile zorunlu olarak bu kooperatifin yeni yönetimie girdim ve yaklaşık dört yıl hafta sonları istanbuldan İzmite oradan Gölcüğe gittim geldim. Fevziye cami önünden geçmelerin yine devam etti. Deprem sonrası o evimiz satıp İzmite veda ettiğimi sanırken hiç beklemediğim bir zaman da yine dostlarımın ısrarı ile bu kez Körfez ilçesinde evim oldu. İzmit “ asla benden vazgeçemezsin “ der gibiydi. Yaz aylarında bu dağ evimize gidip kalıyorduk Eski çocukluk arkadaşlarımla da her vesile görüşüyordum. Bir gün İstanbuldaki sanatsal faaliyetlerimi bilen arkadaşlarım bana bir beyden bahsettiler ” sana tanıştırmak istediğimiz bu bey aynen senin ilgi alanlarında olan ve oralarda senin gibi yoğun faaliyetler gösteren biri ve oda senin gibi gözü kara ve çok mücadeleci bir kültür aktivisti , ona da senden bahsettik oda seninle tanışmayı çok arzu ediyor “ dediler. Doğal olarak bu beyi çok merak etmiştim Çünkü benim ilgi alanlarımın çeşitliliği mücadeleci yapımla kendime çok benzer bir yapı sıkça karşıma çıkmadığı için bu tarif beni çok heyecanlandırdı. Arkadaşlarıma en kısa zamanda bu kişiyle tanışmak istediğimi söyledim. Onu birkaç kere aradılar ama telefonlarını ne yazık açmıyordu Ama bu ısrarla buluşma tanışma arzumuz devam ettiğinden nihayetinde arkadaşlarım kendisine ulaşmışlar benim İzmitte olduğum iki gelişimde de kendisine ulaşılamadıkları için görüşemediğimizi anlatmışlar. Çok üzülmüş “o zaman önceden kesinleştirelim” deyince bana ulaşıldı. Nihayet 2017 yılının Ekim ayında hafta içi bir gün buluşma günü ayarlandı. Bana verdiği randevu yeri belediyeye ait bir kafeydi. Buluşma günü trenden inip onu aradığımda bana “Eski bir İzmitli olarak yeri çok kolay bulacağımı, zira bu kafenin meşhur “Fevziye Caminin” yanında” olduğunu söyledi. İşim çok kolaylaşmıştı Fevziye cami gözü kapalı bulacağım yerdi. Buluşma yerine Fevziye caminin bahçesinden geçip kafeye girdim. Kafedeki bu bey beni görünce ayağa kalktı benden daha uzun olması dikkatimi çekti Çünkü ben de Türkiye ortalamasına göre oldukça uzun boylu biri olmama rağmen benden daha uzun ve iri bir kişi olmasını tebessümle karşıladım. İlk kez karşılaşan birileri olarak çok içten kucaklaştık. Çok sıcak güler yüzlü biriydi. Nasıl bir sohbete başladıysak dönüş trenim için saate baktığımda tam dört saattir sohbet ettiğimizi anladım. Oda benim kadar konuşkan hatta zaman zaman beni bastıran ve benim kadar çok olay yaşamış çok değişik dallarla ilgilenmişti. İlgi alanı çok geniş bir perspektifi olan benim gibi özgür ve bağımsız düşünen ve gerçekten gözü kara bir kişilik. Ancak o ilk günde o sohbet sırasında şunu kesin yakalamıştım. Bu dış görünüşü ile bir iri ve çok şey yaşamış adam içinde hala küçük bir çocuğu yaşatıyordu.

İleride çok sevdiğim bir dostum, bir ağabeyim olacak bu kişi Numan Gülşah idi.

                                    

Numan Bey, doğma büyüme İzmitliydi. Baba tarafından Kırım Tatar Türkü olduklarını anlatmıştı. İzmit’e âşık, gönülden bağlıydı; kentin meselelerini kendi meseleleri gibi özümsemiş, İzmit’in haklarına sahip çıkan aktivist bir insandı. Böyle birini tanımanın heyecanını yaşadım; çünkü bu niteliklere sahip insanlar kolay kolay karşımıza çıkmazdı.

Dört saatlik ilk sohbetimizin bununla sınırlı kalmayacağı hemen belliydi. Daha ilk günden projeler üretmeye, organizasyonlar yapmaya başladık. İlk teklifi şuydu:

4 Aralık’ta müsait misiniz?

Olumlu yanıtımı alınca, o gün İzmit’in önemli sosyal cemiyetlerinden biri olan KYÖD’de mini bir konser vermemizi önerdi. Zira 2016 yılında Dünya ve Etnik Müzikler Korosu’nu kurmuş, 2017’de de şefliğini üstlenmiştim. İzmit’te bir konser fikri beni çok heyecanlandırdı ve severek kabul ettim.

Bana şöyle dedi:

4 Aralık sıradan bir gün değil; özel bir gündür. Azize Santa Barbara’nın katledildiği ve tarihsel adıyla Nikomedia Hoşgörü (Özgürlük) Fermanı’nın ortaya konduğu gündür.

Doğrusunu söylemek gerekirse, o güne kadar ne Santa Barbara’nın İzmitli olduğundan ne de katledilişinden ve hoşgörü fermanından haberdardım. Bana bunları bilip bilmediğimi sorduğunda, “Maalesef bilmiyorum,” dedim. İyi ki de demişim… Bir anda Numan Bey gitmiş, sanki yerini İlber Ortaylı misali bir tarihçi almıştı. Tarihsel olayları öylesine bir aşkla, öylesine detaylı anlatıyordu ki; İstanbul’a dönüş yolunda beynimde Astakos Krallığı, Karnuntum, özgürlük fermanı, kardeş şehirler, İznik Yolu, Nikomedia kralları ve Bitinya valilerinin icraatları uçuşup duruyordu.

Anlatırken kendinden öylesine geçiyordu ki; iri mavi gözleri, yüz hatlarıyla karşımda sanki o dönemden çıkıp gelmiş bir insan duruyordu.

        

İzmit tarihine olan bu derin hâkimiyeti ve bu uğurda yaptıkları beni çok etkiledi; kendisine büyük bir saygı ve takdir duydum.

4 Aralık 2017’de, onun isteği üzerine KYÖD’de mini konser vermek için oraya gittiğimizde yoğun kalabalık ve emniyet güçlerinin fazlalığı dikkatimi çekti. İlk anda aklıma “zorunlu bir genel kurul “ yapıldığı geldi; zira yıllar önce Gölcük’teki kooperatifimizin tartışmalı genel kurulunu da benzer şekilde bir polis yoğunluğu eşliğinde gerçekleştirmiştik.

Bu kalabalığın sebebini sorduğumda, Fener Patriği Bartholomeos’un geleceğini; konserimizin ikinci yarısına başlamadan ayrılmak zorunda olduğunu, Kudüs’e gideceğini söyledi. Bunun üzerine repertuvarda küçük bir değişiklik yaparak ilk bölüme Rumca ve İbranice eserler ekledik ve konsere başladık.

                         

Konserimiz başarıyla devam etti ve ilk yarı arasında Bartholomeos yanımıza gelerek bizi tebrik etti. Fotoğraflar çekildi; o sırada elime bir tespih sıkıştırdı. Bunun bir takdir ve tebrik ifadesi olduğunu anlamamıştım Hayatım boyunca tespih kullanmayı sevmediğimden bu hediyenin anlamını Numan Bey’e sorduğumda, Patriğin performansımızı çok beğendiğini ve başarılı faaliyetlere benzer manevi değeri olane çeşitli hediyeler verdiğini anlattı.

Milyonlarca insanı temsil eden yedi dil bilen bu öenli din adamının yabancı dillerdeki şarkı icralarımızı beğenmiş olması ve bunun bir nişanesi olarak bana tespih hediye etmesi gururlandırmıştı.

                                                                     

Aradan birkaç gün geçti. Numan Bey, İzmit’e gelip gelemeyeceğimi, gerekirse kendisinin İstanbul’a gelebileceğini söyledi. Ben de zaten Körfez’deki evime uğrayacağımı ifade ettim ve yine Fevziye Camii’nin oradaki kafede buluştuk.
Bana İzmit’te de bir koro çalıştırmamı istediğini, bu teklifi konuşmak için davet ettiğini söyledi. Şunu da ekledi: “Ben zaten sizi çok beğendim, başarılı buldum ama Bartholomeos Bey bana ‘Bu hoca çok başarılı, sakın kaçırma’ dedi.” Ardından, Nikomedia ve Santa Barbara kavramları için böylesi bir dünya ve etnik korosunun çok önemli olacağını vurguladığını aktardı.

                  

İtiraf etmeliyim ki bu teklif, iltifatların yanı sıra çalışmanın İzmit’te olması sebebiyle beni hem onure etti hem de çok mutlu etti. Hiç nazlanmadan kabul ettim. Numan Bey’le kucaklaştık. Duygularını dışa vuran, çocuksu ve samimi bir yanı vardı. Onu üzmemek için bile bu teklifi kabul edebilirdim. Benim için önemli bir işin teklifi ve kabulü yine Fevziye Camii’nin yanı başında tecelli etmişti.
Böylece 4 Aralık 2017’de Nikomedia Hoşgörü Korosu’nun temelini atmış olduk. Koronun adı “Nikomedia Tolerans Ensemble” idi ve çok kısa bir süre sonra koronun da içinde yer aldığı Nikomedia Hoşgörü Müzik Derneği’ni kurduk.
Numan Bey dernek başkanımızdı. Benim de koro şefliğinin yanı sıra yardımcısı olmamı istedi. Birlikte çalışmak keyifliydi. Kendisi de

Koroda benim koristimdi; sesi müthişti. Tenordu zaten. Geçmişten gelen bir müzik bilgisi vardı ve sesini çok iyi kullanıyordu.
İstanbul’daki yoğun koro çalışmalarım olmasına rağmen, Numan Gülşah’ın enerjisi, heyecanı ve beni çok iyi anlaması; benim de onu aynı şekilde anlamam sayesinde hiç üşenmeden haftada iki gün yıllarca İzmit’e gidip geldim. Araya pandemi belası girdi ama pandemiye kadar onunla çok başarılı konserler gerçekleştirdik. Yaptıklarımız basında yer aldı; röportajlar, televizyon programları yapıldı. İkimiz de oldukça mutlu ve gururluyduk.
Doğaya çok önem veren Numan Bey, ÇEKÜL Derneği’nin İzmit İl Başkanlığı’nı yapmıştı. Bir keresinde İstanbul’da buluştuğumuzda, bu derneğin kurucu başkanı ve aynı zamanda çok iyi dostu olan Prof. Dr. Metin Sözen ile beni tanıştırdı. Metin Bey’le beni tanıştırırken, “Hocamla çok güzel projeler yapacağız, sizin de desteğinizi bekliyoruz,” derkenki heyecanı ve Metin Bey’in “Tabii,” diyerek olumlu yaklaşımı sonrası çocuklar gibi mutlu oluşunu asla unutamam.

                            
İzmit ve Nikomedia ifadesi olan her şey, onun için mutlaka yer alması gereken görev alanlarıydı. Her türlü projeye destek verir, içinde yer alır ve bundan büyük mutluluk duyardı. Bana anlattığı ilginç bir olayı da aktarmak isterim: İzmit merkezindeki Çukurbağ’daki tarihi baba evinin bahçesinden Bizans dönemine ait sütunlar çıkmıştı. Evin kamulaştırılması onu hem heyecanlandırmış hem de bunu kendisine verilmiş bir mesaj gibi algılamasına neden olmuştu. Bu sütunların İzmit Müzesi’ne verilmesi sürecinde yaşanan sıkıntılar onu çok üzmüş, bu konularda ciddi mücadeleler vermişti. Bu mücadelesi İzmitliler tarafından çok iyi bilinirdi.
İzmit’in doğasına aykırı büyük projelere karşı aktivist hamleler göstermiş, bu nedenle birçok kişiyi karşısına almış ama asla geri adım atmamış cesur bir insandı. Onunla iki büyük seyahatimiz oldu. İstanbul’da da çok önemli konserler gerçekleştirdik. Bunların en önemlilerinden biri, Caddebostan Kültür Merkezi’ni tamamen doldurduğumuz, seyircilerin ayakta izlemek zorunda kaldığı konserdi. Konser sonrası seyircilerin çılgınca alkışları arasında Numan Bey o kadar mutluydu ki, sanki hayalleri gerçekleşmişti.
Özellikle Fener Patrikhanesi’nden davet ettiği dinî yetkililerin konserimizi izleyip beğenmeleri ve bunu Patrik Bartholomeos’a aktarmaları sonrasında, Bartholomeos tarafından bana yazılan ve başarılarımın devamını dileyen mektubu Numan Bey’e ilettiğimde çok mutlu olmuştu. Bana koro kurma görevini vermesindeki kararın ne kadar isabetli olduğunu gururla yansıtmıştı.
Nikomedia Tolerans Ensemble koromuzun çok yoğun ve başarılı olduğu bir dönemde, bir gün heyecanla yanıma geldi. Tanıştığı insanlar arasında Selçuk Alagöz’ün oğlunun olduğunu, böylece Selçuk Alagöz’e ulaşabileceğimizi ve onunla bir konser organize edebileceğimizi söyledi. Selçuk Alagöz’ün, özellikle çok dilli eserler çalışan kişi ve korolar için ne kadar önemli bir şahsiyet olduğunu bildiğimden ben de büyük bir heyecan duydum.

                     

Numan Bey, Alagöz ailesiyle bağlantı kurduğunu ve İzmit Hilton Oteli’nin büyük salonunda özel bir konser yapma planını kabul ettirdiklerini müjdeledi. Tarih 4 Aralık 2019’du ve konserin ana teması Santa Barbara’nın katli ile Hoşgörü Fermanı’nın ilanıydı.
Selçuk Alagöz ve Rana Alagöz ile orada tanıştım. Biz onların, onlar bizim provalarımızı izledi; karşılıklı övgülerde bulunduk. Alagözler, performansımıza ve repertuvarımıza çok şaşırdıklarını, bizim gibi çok dilli bir koronun varlığını hiç duymadıklarını ve benimle tanışmaktan büyük mutluluk duyduklarını ifade ettiler. Biz de her zamanki gibi çok başarılı bir konser gerçekleştirdik. Bu sonuç onları da çok mutlu etti ve yaklaşık üç ay sonra İstanbul’da ikinci bir başarılı konsere daha imza attık.

Numan Bey’in düşüncelerini saklamadan açıkça ortaya koyan, hiçbir taassuba bağlı olmayan özgür bir yapıda olduğunu dostluğumuz boyunca çok net bir şekilde hissettim. Değer verdiği kişi ya da konu söz konusu olduğunda asla çekinmezdi.

      
Hassas olduğu temel konular İzmit, onun doğası, kültürel değerleri, dostları ve Atatürk’tü. Bu alanlarda olumsuz tavır ve davranışlar ona göre adeta savaş ilanıydı. Roma dönemine ait değerleri öne çıkarması ve onlar adına mücadele etmesinin temel amacı İzmit’i ön plana çıkarmaktı; onu yakından tanıyanlar bunu çok iyi bilirdi.

Bu nedenle İzmit’in önemli tarihî şahsiyetlerinden Santa Barbara’yı bilmeyen ya da az bilen herkese, sanki onunla yaşamışçasına anlatırdı. Santa Barbara’nın katlinden yaklaşık bir asır sonra yazılan Hoşgörü Fermanı’nın İzmit’ten çıkmış olmasını, çok sevdiği İzmit için dünyaya tanıtılması gereken tarihî bir fırsat olarak görürdü.

Fener Patrikhanesi ile yolunun kesişmesi de sanırım bu sebeple oldu. Tarihî değerlere böylesine sahip çıkan bir kişiye gösterilen ilgiyle kurulan dostluğu gururla anlatması, bazı fanatik ve taassup sahibi insanlar tarafından yanlış anlaşılmasına neden oldu.

Ancak o bu yanlış anlamalara pek aldırmazdı; kendine güveni tamdı. Kurduğumuz koroda her türlü etnik müziği icra etmemize rağmen, Hristiyanlıkla ilgili herhangi bir dinî eser çalışmamıştık. Buna rağmen bazı koristler zaman zaman bana, Numan Bey’in Hristiyanlıkla ilgisi olup olmadığını soruyorlardı. Sanırım Patrikhane’den sıkça bahsetmesi böyle bir algı oluşturmuştu.

Onlara bu düşüncelerin ne kadar ilkelce olduğunu; Numan Bey’in dinî bir amacı olsa bile bundan çekinmeyecek bir yapıda olduğunu; farz edelim farklı bir inanca sahip olsa bile bunun kime ne zararı olabileceğini anlattım. İzmit’i her değeriyle koruyan bu çağdaş insanı eleştirmenin değil, sahiplenmenin gerektiğini söyledim.

Onu tanıdığım günden itibaren baş başa sohbetlerimizde, saatler süren telefon konuşmalarımızda ve Bodrum’daki yazlığında misafir olduğum günlerde bana ne Hristiyanlıkla ilgili övücü bir ifade kullandığını ne de bu inançta olduğunu ima eden herhangi bir söz ettiğini gördüm. Böylesine cesur bir insanın bunu saklaması zaten düşünülemezdi. Benim için önemli olan, ne koroda ne de bulunduğu ortamlarda hiçbir zaman Hristiyanlık propagandası yapmamış olmasıydı. Onun ne kadar temiz, saf, iyi kalpli, mert ve gözü tok bir insan olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Parayla pulla hiçbir ilgisi yoktu.

Günümüzde bu özelliklerin hepsini bir arada taşıyan insan sayısı çok azken, Numan Gülşah sahiplendiği kişi ve konular için her türlü fedakârlığı yapabilecek bir karaktere sahipti. Bir gün Nikomedia’ya ait bir film teklifini anında kabul edip, Romalı kıyafetleriyle Bitinya Valisi rolünü oynadığını ve bu role ne kadar yakıştırıldığını gururla anlatmıştı. Bu yüzden ona “Bitinya Valisi” diye takılınmasından büyük keyif duyardı.

O ciddi görünümün altında çocuk ruhu hiç ölmemiş bir adam vardı. Bununla ilgili bir anıyı anlatayım: 2018 yazında bizi Bodrum’daki yazlığına davet etmişti. O sırada Seferihisar’da olmamıza rağmen arabasıyla gelip bizi almıştı.

Bir gün eşimle denizde yüzerken onun sahilde heyecanla dolaştığını fark ettik. Bir şey kaybettiğini düşündüm. Yardım etmek için yanına gittiğimde elinde renkli taşlar ve midye kabukları vardı. Hoşuna giden taşları topladığını söyledi. O koca adamın yıllardır yaşadığı kıyıda taş toplayarak mutlu olması beni derinden etkilemişti. Bu da onun çocuk ruhunun bir yansımasıydı.

Doğayı ve bitkileri çok severdi. Bahçesindeki verimli limon ağacını ve nadiren çiçek açan bitkilerini büyük bir gururla gösterirdi. Limonu sevdiğimi öğrenince yazlıktan dönüşte bana bir kasa limon         getirmişti                                              .

     

SİTEDE BAHÇELERİ DENETLERKEN        AYLARCA AÇMASINI BEKLEDİĞİ ÇİÇEK     AÇ KALMALARINA ÜZÜLDÜĞÜ DOMUZLAR

Yazlığını, bahçesini ve terasını doğaya olan düşkünlüğü nedeniyle çok sever, gurur duyardı. Misafirperverdi; insanları evinde ağırlamaktan büyük mutluluk duyardı. Sosyal medyada sık sık evinden çekilmiş doğa manzaralarını paylaşırdı. Son derece saygılı ve kibar bir insandı. Benden yaşça büyük olmasına rağmen sekiz yıl boyunca bana hep “hocam” diye hitap etti.

Benin diğer korolarımla yaptığım konserlerin tanıtımını başarılarımızı kendiside içinde yer alıyormuşcasına hep gururla paylaştı Kısmen hasta olduğu süreçte kendisine bakan Özbek gençle Hataydaki konserimize geldiğinde onu salonda elinde bastonu ile görünce gözlerim doldu .

Yine Galata yokuşundaki Kırım kilise konserimize bastonu ile çok zorlandığı yokuşları tırmanarak gelmişti.

                                                                                                 

Aslında çok hassas ve duygusal bir yapısı vardı. Üzüldüğünde bunu dışa vurmaz, içine atardı. Bu hassasiyet ve stres, sedef hastalığının da en büyük beslenme kaynağıydı.

İşte bu güzel insan, bu değerli dost, sedef hastalığı nedeniyle yeniden hastaneye yatmıştı. Daha önce birkaç kez atlattığı için yine iyileşir diye beklerken kardeşi Kenan Bey’i aradım. Meğer sonun başladığı günlermiş. “Fırsatınız varsa gelin, oğlunu da Almanya’dan çağırdım,” deyince neredeyse koşarcasına İzmit’te yattığı hastaneye gittim. Ancak ne yazık ki ne görüyor ne de duyuyordu. Fiziksel hâli acı sonun habercisiydi. İki gün sonra o güzel insan bu dünyadan göçmüştü.
Cenazesi Fevziye Camii’nden kalktı. Oldukça kalabalıktı; İzmit’in önemli ve tanınmış şahsiyetleri oradaydı. Herkes ondan övgüyle bahsediyordu.
Oysa tanıştığımız Fevziye Camii’nin avlusunda, sağlığında yeterince sahiplenilmediğini düşünmenin acısıyla duramadım. İzmit onu bağrına basmıştı; ona sahip çıkan en yakın dostu, İzmit’in toprağıydı.

Dostluğumuzun başladığı Fevziye Camii, onu son yolculuğuna uğurladığım yer oldu.
O gün şunu çok derinden anladım: Bazı insanlar hayattayken bile bir şehrin hafızasına dönüşür. Numan Gülşah, İzmit’in taşına, toprağına, tarihine, doğasına ve insanına sinmişti. Sağlığında çoğu zaman yalnız bırakılmış olsa da, son yolculuğunda onu en sahici şekilde kucaklayan yine İzmit oldu. Kalabalığın ortasında dururken içimi yakan düşünce şuydu: Bu şehir ona hayattayken borcunu tam ödeyememişti.
Fevziye Camii’nin avlusundan ayrılırken, sanki yalnızca bir dostu değil; birlikte kurduğumuz hayalleri, paylaştığımız mücadeleleri, konuşmalarımızın sıcaklığını da toprağa bırakıyordum. O gün İzmit’in bağrına gömülen sadece bir beden değildi; cesaret, adanmışlık ve tertemiz bir yürekti.

Artık Fevziye Camii’nin yanından her geçişimde başımı istemsizce kaldıracağım. Bir yerlerde hâlâ İzmit için heyecanlanan o çocuk ruhunun yaşadığını hissedeceğim. Çünkü bazı insanlar ölmez; bir şehrin vicdanı olur. Bir caminin avlusunda, bir ağacın gölgesinde, bir dostun kalbinde yaşamaya devam eder.

Nurlar içinde uyu Numan Gülşah. Bu şehir seni geç fark etti belki… Ama seni asla unutmayacak.